Kentsel Dönüşüm ve Şehircilik Vakfı (KENTSEV) Yönetim Kurulu Başkanı Haluk Sur, 2050 senesinde dünya nüfusunun 9 milyarın üzerine çıkacağını, kentleşme oranının ise yüzde 70 olacağını belirterek, “Yani bugünkü kentlere bir o kadar daha nüfus eklenecek. Bu, şehirler için muazzam bir yük. Tüketim alışkanlıkları, üretim yöntemleri gözden geçirilmez ve Yeşil Dönüşüm dikkate alınmazsa durum çok vahim bir hal alacak” uyarısında bulunuyor ve ekliyor, “Bu anlamda sadece Yeşil Binalar yetmez, yerleşim yerlerimiz de Yeşil Kentlere dönüşmeli”…
Şantiye: Yeşil Dönüşüm neden gerekli?
Haluk Sur: İnsanların daha konforlu ve sağlıklı mekanlarda yaşaması gerektiği gerçeği bir tarafa, bunun maddi ve ekonomik nedenleri de tabii ki çok… Yapılan bilimsel araştırmalar bu sorunun cevabını fazlasıyla veriyor aslında… Boğaziçi Üniversitesi’nde yapılan güncel bir araştırmaya göre, Türkiye’de sağlıksız 7 milyon konutun kentsel dönüşüm kapsamında yıkılıp yeniden yapılabileceği bilgisinden yola çıkılarak, bırakın Yeşil Bina kriterlerinin tümünü, bu yeniden yapılacak binaların sadece enerji verimli ve su tasarruflu olmasının bile on yıl içinde ekonomiye 26 milyar dolarlık bir katkı sağlayacağı hesaplanmış. Muazzam bir rakam. Ve bu binaların ömürlerinin tabii ki 10 yıl değil, 60 yıl olarak düşünüldüğünde bu rakam 160 milyar dolara ulaşıyor. Bir de 23 milyon olan Türkiye’deki tüm konutlar hesaba katıldığında, yani tüm binalar enerji ve su tasarruflu inşa edildiğinde 60 yıllık bir periyotta 500 milyar dolarlık tasarruf potansiyelinin ortaya çıktığı görülür. Enerjiye yılda 60 milyar dolara yakın para harcayan bir ülke için önemli bir rakam. Cari açığa olumsuz etki eden böylesine bir faktör gözardı edilmemeli.
Yine Boğaziçi Üniversitesi’nde yapılan araştırmada, bir birim enerji üretmek için harcanacak para, o enerjiyi üretmek yerine yalıtım gibi bir enerji tasarrufuna yönlendirilse, ortaya çıkacak verimlilik 6,7 birim oluyor. Yani yedi kata yakın bir avantaj sağlanıyor. Bu gerçekten doğru bir rakam. 2006 yılında GYODER başkanlığım dönemimde düzenlediğimiz 6. Gayrimenkul Zirvesi’nde konuk olarak ağırladığımız Amerikalı Bilim Adamları Örgütünün Onursal Başkanı Arthur Rosenfeld de neredeyse aynı şeyi söylemişti. Cümleleri hala kulağımda ve zihnimdedir… Dünyanın en ucuz enerjisinin üretilen değil, tasarruf edilen enerji olduğunu vurgulamıştı.
Diğer taraftan bizler hep fosil yakıtları konuşuyoruz fakat esas önemli olan, asıl hayati olan SU… Petrol olmasa insanoğlu hayatını bir şekilde sürdürür ama su olmazsa hayat durur… Su da dünyamızda maalesef zannedildiği kadar fazla değil. Bilinçsiz tüketimi çok yoğun ve rezervler hızla düşüyor. Dünyadaki okyanuslarıyla, denizleriyle, gölleriyle 1.348 milyar kilometreküplük su rezervinin sadece yüzde 2.6’sı, yani yaklaşık 36 milyon kilometreküpü içilebilir nitelikte. Ve bunun üçte ikisi kutuplarda buzdağı. Su çok kıymetli. Gelecek nesillerin yaşamsal ihtiyaçları için şimdiden çok dikkatli kullanılması lazım. Hunharca, dikkatsizce tüketilmesine, israf edilmesine dur denilmesi şart. Dünya kaynakları tükeniyor, dünyanın kendini yenileme kapasitesi ihtiyacın çok gerisinde.
Nüfus da giderek artıyor… Bu anlamda sadece Yeşil Binalar yetmez, yerleşim yerlerimiz Yeşil Şehirlere, Yeşil Kentlere dönüşmeli. Dünyada yaklaşık 7 buçuk milyar insan var. Ve bunların yüzde ellisi, yani üç buçuk milyarı şehirlerde. Bu insanların 100 milyonu evsiz, hiç evi yok. 3 buçuk milyarın üçte biri de teneke evlerde, gecekondularda yaşıyor. 2050 senesi için tahminler ise dünya nüfusunun 9 milyarın üzerine çıkacağı, kentleşme oranının ise yüzde 70 olacağı yönünde. Yani bugünkü kentlere bir o kadar daha nüfus eklenecek. Bu, şehirler için muazzam bir yük. Tüketim alışkanlıkları, üretim yöntemleri gözden geçirilmez ve Yeşil-Akıllı Dönüşüm dikkate alınmazsa durum çok vahim bir hal alacak.
Bu dönüşüm tabii ki kolay olmayabilir. Binalardaki her yapı malzemesinin bile bu anlamda geçirmesi gereken bir evre var. O malzemelerin çevreye duyarlı halde üretilip, yaşamları boyunca çevreyle dost haline gelmeleri bile ciddi bir süreç istiyor. Geri dönüşümden daha fazla yararlanılması, üretimde daha az enerji sarfiyatı gibi konular hep üretim modellerinin değiştirilmesini gerektiren şeyler. İşin iyi tarafı, artık durum devletlerin üst yönetimleri, bilim dünyası, basın, sivil toplum örgütleri, yani tüm tarafların gündeminde. Dünya tehlikenin farkına vardı. Bu tüketim hızı böyle devam eder ve nüfus da aynı şekilde artarsa 2050’den sonra insanlığa bir mavi küre yetmeyecek. Peki var mı tüm kainatta böyle bir mavi küre daha?.. Bu hazineyi pamuklara sararak korumaktan başka insanın yapacağı hiçbir şey yok.
1950’lerde içilebilir su rezervi kişi başı 15 bin ton mertebesindeydi; şimdiyse 5 bin tona düştü. Afrika’da içilebilir temiz su bulamadığı için tifodan, tifüsten dakikada 12 insan ölüyor. Kovid de önemli tabii ama yıllardır sağlıklı içme suyu bile bulamadığı için yılda 7-8 milyon insanın bu kadar basit sayılabilecek bir nedenden ölümünü görmüyoruz. Gelir dağılımının, kaynakların kullanımının dengeli ve adil olması gerekir. Piramidin dar olan üst kısmı alta gelirse, o piramit dengede duramaz, sallanır da sallanır, sonra da devrilir. Adil, dengeli bir dağılımla tabanı geniş tutmak lazım.
Şantiye: Türkiye’deki kentsel dönüşüm çalışmalarında sözünü ettiğiniz unsurlar dikkate alınıyor mu?
Haluk Sur: Türkiye’de kentsel dönüşüm çalışmalarının “Yeşil” olması yönünde son iki üç senedir olumlu bir yol izleniyor. Bakanlık bile artık ismine İklim’i ekledi. Fakat böylesine önemli ve geniş bir dönüşüm sadece devletin çabalarıyla gerçekleştirilemez. Yerel yönetimleri, sivil toplum kuruluşları, üniversiteler ve belki en önemlisi halk da bu işi önemseyip bilinç edinmeli. Depremden dili çok yanmış, binlerce insanını toprağa gömmüş, tarifsiz acılar yaşamış bir toplum olarak kentsel dönüşüme rantın dışında bakabilmeyi bir an önce öğrenmeliyiz. Diğer taraftan kentsel dönüşümde, kent sosyolojisiyle birlikte değişen beklenti, umut ve isteklerin de dikkate alınması gerektiğine inanıyoruz. Sosyal şartlar göz önüne alınmadan kentsel dönüşümün başarılabilmesi mümkün değil.
Şantiye: Biraz da KENTSEV ile ilgili bilgi alabilir miyiz? Ne zaman, kimlerle kuruldu? Kuruluş bildirgenizde neler var?
Haluk Sur: KENTSEV’i insan doğasına uygun, sağlıklı, yaşanabilir, sürdürülebilir, estetik bir kentsel çevreye, akıllı şehirlere ve binalara ulaşılabilmesi için faaliyette bulunma amacıyla 2020’nin eylül ayında Ali Yüksel, Haldun Ersen, Onur Öktem, Ali Rıza Emre, Gökhan Çetinsaya, Bünyamin Derman, Hüseyin Oflaz, Hasan Rahvalı, Ersoy Pehlivan, Pervin Kınık, Nüzhet Albayrak, Birol Yalçın, Encan Aydoğdu, Hakan Kodal, Ali Kemal Şahinsoy, Murat Ayan ve Ramadan Kumova ile birlikte kurduk.
Bu kapsamda manifestomuzu ise şöyle özetleyebilirim… Dünyada kentsel dönüşümün ve akıllı şehirlerin geliştirilmesinin temel altyapısının hukuk ve kentsel planlama üzerine olduğu görülüyor. Türkiye’nin planlama ve tasarım uygulama tarihine bakılırsa, İkinci Dünya Savaşı sonrası 1950’ler Türkiye’de demokratikleşme politikaları yanında endüstrileşme ekseninde kalkınma ve göç olgusunun, dolayısıyla büyük kentlerde yasadışı gelişmelerin baskın olduğu dönemlerdir. 1960’lı ve devamı olan yıllarda merkezi yönetimin, yaşanan kentleşme sorunları nedeniyle hedeflediği kentleşme stratejileri, Türkiye’nin daha planlı dönemi olarak tanımlanmaktadır. Bu dönemde Devlet Planlama Teşkilatı çatısı altında, ülke planlama politikalarından başlayarak bölge planlama, metropoliten alan planlama ve kent ölçeğinde planlama hiyerarşisinin kurulması mekânsal alan kararları, kentlerin işlevsel kimlikleri ve nüfus iş gücü kapasite öngörüleri kent planlama çalışmalarının hedefleri olarak ortaya konulmuştur. Temelde kuramsal olarak tartışılmaz doğruları kapsayan planlama sistematiği, göç veren bölgelerde altyapı, sosyal donatı, iş gücü yatırımları gibi politikalarla bölgesel kalkınma merkezlerini hedeflemektedir. Bu politikaların gerçekleriyle yüzleştiğimiz son 50 yıl içerisinde sonuçlarının ülke genelinde geniş kapsamlı yanılgıları içerdiğini kabul etmek durumundayız. Kuramsal metodolojideki doğrulara rağmen sistemin başarısızlığının politik, teknik, sosyolojik ve ekonomik nedenleri günümüzde halen tartışılmaktadır.
1980’ler ve sonrasına bakılırsa, son 40 yıl içerisinde mega oluşumu oluşturan illerin metropoliten plan ölçeklerinde alınan hedef kararları yeniden ve yeniden revize edilerek, bazı sorunlar çözümlenmiş bazılarıysa katlanmıştır. 2981 sayılı ıslah yasasının sonuç üzerindeki payı oldukça büyüktür. 2981 sayılı imar ıslah yasası, metropol coğrafyasında doğal eşikleri de kapsayacak şekilde yaygın bir uygulama sürecine girmiştir. Metropol bütününde denizler, göller, mezarlıklar ve askeri alanlar dışında süreklilik gösteren bu olgu; kıyılar, dere yatakları ve fay hatları gibi risk alanlarını da kapsamaktadır. Şüphesiz ki bu oluşumun pozitif olarak değerlendirilecek yönü Türkiye ekonomisini taşıması ve Türkiye’nin dünya ile rekabet gücünü temsil etmesi olmuştur. Ne var ki doğudan-batıya, kuzeyden-güneye metropoliten bölge kapsamında %70’i aşan yasadışı gelişmeler, tarım topraklarının, su havzalarının, orman alanlarının, kıyıların, kültür varlığının önemli ölçülerde yitirilişi ve en önemlisi yasadışı kentlerde depremsellik bu ekonomik gelişmenin bedeli olmuştur.
1999 depremi sonrası yapılan tartışmalar sonucu onay gören 6306 sayılı dönüşüm yasası, deprem riskli alanların yıkılıp yeniden yapılandırılmasını cesaretlendirmektedir. 6306 sayılı yasa, 2981 sayılı yasa ile ince bölünen mülkiyetleri bütünleştirme zorunluluğu getirmekle birlikte, imar ıslah yasasında olduğu gibi makro ölçek kararları, donatı standartları ve nüfus projeksiyonları gibi sağlıklı kent yapısını oluşturan temel verileri de ele almalıdır. Nitekim bu yaklaşımda gerçekleşen yapı yoğunlaşmaları ve uygulamaların ürkütücü sonuçları gerek kamuoyu tarafından tartışılmış, yoğunluk artışının çözüm olmadığı görüşüne varılmıştır.
Çözüm, yeni kentsel alt bölgelerin re-organizasyonunda görülmektedir. Bu yeniden düzenlemeler, masif yerleşik düzende yaşam kanalları açarken, çağdaş standartları hedefleyen, sağlıklı ve nitelikli yeni kentsel yerleşmeleri hedeflemektedir. Sonuç olarak, planlama tarihine bakılırsa, 1960’lardan sonra, biri 2981 sayılı yasa ile, diğeri ise 6306 sayılı yasa ile gerçekleşen iki büyük kırılma olmuştur. 6306 sayılı yasa, 2981 sayılı yasadan farklı olarak herkesi büyük üretime ortak etmektedir. 2981 sayılı yasanın mülkiyetleri ince ince bölmüş olduğu duruma karşılık, 6306 sayılı yasa onları bütünleştirmektedir. Bireyin bağımsız kaçak yapılaşma şansının ortadan kaldırarak bugün yaşadığımız sorunların sonunu getirmekte ve kendi parselindeki sınırsız özgürlüğünü bitirmektedir. Bu durum, kontrolün sağlanabilmesi açısından olumlu bir sonuçtur. Yeni yasa ile tüm kentlerde başlayan dönüşüm sürecinin finansmanı diğer süreçlerde olduğu gibi piyasa koşullarında, imar hakları arttırılarak sağlanmaktadır. Bu dönüşüm arz-talep piyasasına sunulmamalıdır. İnsan hayatı söz konusuysa, ilgili makamların öncelikli görevi depremsellik performanslarını ortaya koymaktır. Bunları kamu üstlenmelidir ve yeni araçlar geliştirilmelidir.
Kentsel dönüşüm sürecini güçlü kılacak husus, yaşayan insanları sürece dâhil etmektir. Dolayısıyla, kentleri kentsel ölçekte, sosyal yapısı, kültürel birikimi ve yaşayan dokusu da düşünülerek, yapısal olarak dönüştürmesini sağlamaktır. Kentsel Dönüşüm sürecini destekleyen 4 sac ayağı vardır. Birinci odak, Stratejik Vizyon olarak tanımlanan, dönüşümün parsel ya da proje bazında değil, daha geniş bir vizyonla yapılmasıdır. İkinci odak, Stratejik Kentsel Planlamadır. Sürecin bir kentsel vizyon ve estetik kurgusu temelinde yürütülmesi, kentin kendiliğinden sağlıklı dönüşümünün de planlama olması gerekmektedir. Kentsel Dönüşümün üçüncü odağı ise Stratejik Kentsel Tasarımdır. Tasarım ilkelerinin, tasarımdan etkilenecek insanlarla katılımcı bir biçimde belirlenmesi esastır. Bunun için, tartışmaların yapılabileceği platformlar oluşturulmalı ve katılımlar sağlanmalıdır. Bu aşamalar sonucunda elde edilen analizlerle beraber, nerenin dönüşüm, nerenin gelişim alanı olduğu, yaşayan insanların ne ölçüde etkileneceği konusunda bilimsel kararlar alınabilecektir. Kentsel Dönüşümün dördüncü odağı da Modern ve Teknolojik Kentsel Altyapının oluşturulması, geleceğin bireysel ve toplumsal gelişmesini destekleyen, veriye dayalı karar alma yöntemleriyle desteklenecek şekilde yapılandırılması gerekmektedir. Temennimiz, 21. yüzyıl Türkiye’sinde, dünyadaki kentsel tasarım ilkeleri ile uygulanmış başarılı kentsel dönüşüm ve akıllı şehir projelerini ve bu alandaki gelişmeleri özümseyen, parsel bazında değil, kentsel ölçekte ele alınmış, yaşayan sosyal yapıyı önemseyen, akıllı ve sürdürülebilir kentler planlamaktır.
BU ÖZEL RÖPORTAJI, ŞANTİYE®NİN KASIM-ARALIK 2021 (390.) SAYISININ E-DERGİ VERSİYONUNDAN OKUMAK İÇİN LÜTFEN TIKLAYIN
Kaynak: KENTSEV Başkanı Haluk Sur: “Böyle Giderse Yakında İnsanlığa Bir ‘Mavi Küre’ Yetmeyecek” – Şantiye Dergisi (santiye.com.tr)
Değerlendirmeleriniz tamı tamına ülkemizin güncel ve temel meselelerini yansıtıyor. Bu konularda bende sizlerle aynı görüş ve düşünceleri taşıyorum. Çalışmalarınızın
toplum tabanına yayılması bu konularda geleceğe yönelik insanlarımızın bakış açılarını değiştireceği inancını taşıyorum. Şimdiden bundan sonraki çalışmalarınızda başarılar diliyorum.